27 Temmuz 2012 Cuma

BARIŞIN SİMGESİ ‘’ ZEYTİN DALI ‘’




Türkiye’nin Efe’ si Ege Bölgesi

Adını ege denizinden alan bu bölgemiz Türkiye’nin en uzun sahil şeride sahiptir. Yaz dönemlerinde yerli, yabancı turistlerin ziyaret ettiği, masmavi denizi, altın kumsalı, harika sahilleri, Efes’i, Pamukkale’ si…
 Kuzeyinde; kaz dağı, marda dağı, simave dağı, güneyinde; karakuş ve göreli dağı, batısında Çanakkale’ye bağlı Bababurnundan başlayarak Edremit körfezinin tamamı, İzmir, Aydın illeri ve Muğla körceğiz kıyılarını kapsayan güzel bölgemiz. Ege bölgesi bunca güzelliği bir arada içinde barından ve kültürel mirası bakımından Türkiye için çok önemli bir yer teşgil etmektedir. Birde ege’nin bereketli meyvelerini ekleyelim; kıyılarında şeftali, Sultanhisar’ında çilek, Afrodizyağının etkisi incir, bereketinin sembolü üzüm, barışın simgesi zeytin dalı.
Zeytin dalının barışı simgelediğini hemen herkes bilir; fakat neden ve nereden geldiği tam olarak bilinmemektedir. 

Birçok eski hikaye rivayete dayanmaktadır ve doğruluğu tartışılır, elbette zeytin dalının hikayesine gelince gılgamış destanında üç büyük semavi kutsal kitaplarda bahsi geçen ‘’Büyük Tufan ‘’  da rivayete göre Nuh peygamberimiz tufan biraz durulunca geminin güvertesinden beyaz bir güvercin uçurur. Bu beyaz güvercin bir müddet sonra gemiye ağzında zeytin dalıyla döner. Böylece Nuh Peygamber tufanın sona erdiğini ve suların geri çekildiğini anlar. Bu nedenle ağzında zeytin dalıyla beyaz güvercin çağlar boyunca barışın simgesi olarak bilinir.

Ege bölgesinin büyük bir bölümünü kapsar zeytin ağaçları Türkiye’ye gelir olarak çok büyük katkısı vardır. Dünya çapında zeytin yetiştiriciliğinde 4. Sırada yer almaktayız.  Türkiye’de üretim yapan bölgeler arasında 1. Sırada ege bölgesi gelmektedir. Türkiye zeytin üretiminde 2012 yılı içerisinde zeytin sofralık olarak 550.000 ton ve zeytinyağlık olarak 1.220.000 ton üretim elde edilmiştir. Zeytin ağaçlarından sofralarımıza siyah ve yeşil sele zeytinleri yerini almaktadır. Yemeklerimize o güzel zeytinlerin sızma zeytinyağları apayrı bir tat katmaktadır.  Besin değeri oldukça yüksek olan zeytin 100 gr da 170 kcal içermektedir. Zeytin cinsine göre rengi çeşitlilik göstermektedir; koyu kahverengi, yeşil, koyu mor, siyah ve kül rengi gibi. 
Memecik zeytini ege bölgesinde oldukça yaygın yetişen bir çeşittir, kuraklığa dayanıklıdır. Siyah ve yeşil salamuralık olarak yetiştirilse de yağ elde etmek için oldukça uygundur. Yaklaşık olarak yağ oranı %28’ dir. Ayvalık (Edremit) zeytini yapı olarak kuraklığa karşı çok hassas bir çeşittir. Yetiştiricilik olarak yağ üretiminde kullanılsa da zeytinleri pembeleştiğinde salamura olarak da kullanılmaktadır. Ayvalık zeytininin yağ oranı %24’dür. Domat cinsi zeytin ülkemizin en iyi salamuralık yeşil zeytin çeşididir. Domat zeytin yapı olarak çok kuvvetlidir. Killi toprak ve suya çok ihtiyaç duyan domat zeytin ağacının yağ oranı yaklaşık olarak %23’dür. Siyah zeytinlerin incisi gemlik zeytini, ege bölgesinin göz bebeği gibidir. Salamuralık olarak üretilen gemlik zeytini yağ oranı bakımından da oldukça zengindir, %30 civarında bir yağ oranına sahip olan gemlik zeytini yüksek neme ve soğuğa dayanıklıdır. Zeytin ile ilgili bilinmesi gereken en önemli kısım zeytin çekirdeği ne kadar küçük ise zeytinin cinsi de bir o kadar kalitelidir.

Zeytin yetiştiricilik bakımından en önemli kısım iklim şartlarıdır çünkü zeytin ağacı -7 derecenin altında ki sıcaklık oranlarında yapı olarak zarar görmektedir. Fakat zeytin ağacı meyvesini oluşturması için kış aylarında  +7 derecenin altında soğuk havaya ihtiyaç duymaktadır ve yaz dönemlerinde 40 derecenin üzerindeki sıcak hava koşullarına dayanamamaktadır.

Akdeniz uygarlıklarında ticaretin yapı taşı olan zeytinyağı, sadece gıda maddesi amacıyla değil, sağlıklı yaşam, güzellik ve ışık kaynağı olarak da kullanılmıştır. Zeytin yapı olarak Akdeniz iklimine uygundur bu nedenle, bu değerli ağaç türünün anavatanı Akdeniz bölgesidir. Akdeniz bölgesinden önce Asya ve daha sonrada Amerika’ya yayılmıştır. Zeytin ağaçları yapı olarak 10m ‘ye kadar büyüyen, dalları oldukça sık, herdem yeşili yapraklarıyla çok narin bir görünümü vardır.

Zeytinyağı mitolojide sıvı altın olarak geçmektedir ve bu adlandırmayı almasının birçok manevi değeri vardır. İnsanoğluna zeytin birçok güzelliği bahşetmiştir. Zeytini meyvesi olarak kahvaltı sofralarımızda, zeytinyağını yemeklerimizde tercih ederiz. Zeytinyağı birçok dermokozmetik ürünlerde de kullanılmaktadır; şampuanlar, kremler, saç ve cilt bakım ürünleri bunların bir kısmını oluşturur.  Mitolojide sağlık ve güzelliğin iksiri olarak bilinen zeytinyağı şifa kaynağı olarak bazı kutsal kitaplarda yer aldığı belirtilmektedir.

Zeytinyağını elde etmek için ilk olarak ilkel yöntemler kullanılmıştır. Zeytinler toplandıktan sonra bez torbalara konularak bu torbaları ayaklarıyla ezerek, daha sonra sıcak su yardımıyla yağının ayrıştırılması ile elde edilmiştir. İlerleyen dönemlerde yöntemlerini biraz daha geliştirilerek bu işlemi iki taş arasında ezme yöntemine geçmişlerdir. Günümüzde zeytinyağı elde etmek için paslanmaz çelik silindirler ile ezilerek hamur haline getirilir, daha sonra hamur haline gelen zeytinler yoğurma işleminden geçerler, bu işlemde hamura yavaş yavaş su eklenir. Su eklenerek yoğurulmaya devam ederken yağ molekülleri kendiliğinden bir araya toplanır, yoğurma işlemi tamamlandıktan sonra hamur santrifüj makinesine konularak işleme devam edilir. Bu makine yüksek hızda dönerek hamurdaki su ve yağı kendi haznesinde depolar ve son olarak bu yağ ve su birbirinden ayrıştırıp sızdırılarak sofralarımızda ve yemeklerimizde kullandığımız mükemmel tadıyla yerini alır.

28 Haziran 2012 Perşembe

Tabiat’ın Duygusal Parçasıdır Resim

Tabiat’ın Duygusal Parçasıdır Resim
Nedir resim? Bir resim’ e baktığımızda o resimde neler görmek isteriz? Renklerin bir araya geldiği bir ahenk içinde fırçayla birleşerek tuvalde oluşturduğu darbeler neler anlatır bize? Sanatçının ortaya koyduğu eserde ne demek istediğini ve ne anlatmak istediğini sorgularız hep ama asıl sorgulanması gereken ilk şey sanatçının ortaya çıkardığı eserinin biz izleyiciler üzerinde nasıl bir etki bıraktığıdır. Çünkü önemli olan ve sanatçının nihai amacını oluşturan; karşısındakilere kendi duygularını yansıtırken tamamen doğal ve içten oluşudur. Fakat sanatçının biz izleyicilerden beklentisi kendi anlatmak istediklerini, duygularını, hislerini tuvaline yansıtırken sanatçının bu duygu ve hislerini anlamanın yanı sıra eserin de bizlerde bıraktığı duygusal izlerdir. Tolstoy, "İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştı" der.
Sanatta izlenimcilik akımı; izlediğimiz, içinde bulunduğumuz bu dünyayı, soluduğumuz bu havayı, gün ışığını, doğanın renklerini ve tüm bunların bizlerde yaşattığı algıları tuvale aktarma ve tüm bunları olduğu gibi yansıtma isteğini doğurmuştur sanatçıda. Sanatçılar izlenimcilikle, gördükleri gerçek dünyayı değil, dünyada ve doğada bulundukları ortamda hissettikleri duygu ve algıları resme yansıtmayı, bu duygu ve algıları izleyicinin de yaşamalarını amaçlamışlardır.
Sanat eseri her zaman tartışmalara ve eleştirilere açık olmuştur. Eserlerin anlattıkları, hissettirdiği duygular ve algılar birbiriyle bağlantılı olmuş, bir o kadar da birbirinden çok ayrılmışlardır. Kişilerin duyguları, algıları ortam ve koşullar kişi üzerinde çok farklı sinerji yaratabilir. Sanatçılar ve sanat eserini izleyen kişiler sadece o anı yaşarlar, duygular, hissedilenler, algılanan tüm her şey o anda yaşanır ve o anda kalır.
İzlenimcilikte sanatçının kendi yorumu ve doğayı algılayış biçimleriyle bu bütünlüğü eserlerine, renklerle olan uyumu ile bir cümbüş halinde yansıtmaları çok önemlidir. Duygular ve algılar her sanatçıya göre değiştiği gibi, sanatçının da kendi içindeki bu duygu ve algılar farklı zaman ve olaylar koşullarında değişiklikler gösterir. İzlenimci sanat eseri her zaman sanatçısının o anki duygularını yansıtır, fakat her zaman karşısındaki izleyicisine o anki duyguları yaşatamaz. Bu durum sadece plastik sanatlar alanı için değil; roman, şiir, müzik ve daha birçoğu gibi, tüm sanatsal nitelik taşıyan eserler için de aynıdır.
İzlenimcilik sanatının öncülerinden Claude Monet bu sanat’ a temsilcilik etmiş en önemli sanatçılardan birisidir ve yine bu sanat akımına ismini veren, izlenimcilik denildiği zaman akla gelen ilk eserlerden birisi  ‘’ Gün Doğumu ‘’ adlı eseridir.
İzlenimci sanat eserlerinde sanatçılar içinde bulundukları doğayı tuvallerine objektif bir gerçeklikle yansıtmaktan kaçınmışlardır. Doğanın güzelliklerini gözleriyle gördükleri gerçeklikleri bir kenara bırakarak bu doğal güzellikleri hissettikleri ve güzelliğin kendi iç dünyalarında bıraktığı duyguları, sanatçı üzerinde bıraktığı etkileri, izlenimleri yaşanan duygusallığı tuvallerine aktarmışlardır.
Sanatçını bu şekilde yapmasının amacı ancak bu şekilde tabiatın gerçek güzelliğini ortaya çıkarmak olacağını düşünmüşlerdir. Gerçek güzelliğin sadece gözlerimizle gördüğümüz doğallık olmadığını, görünen gerçeklikleri ve nesnellikleri arka plana atarak doğaya gözlerimizle bakarken aynı zamanda da doğaya baktığımızda duygularımızla hissetmeyi amaçlamışlardır. Bu şekilde sanatçı izlenimleriyle doğanın kendi üzerinde bıraktığı duygusal algıyı tuvaline taşımıştır.
Claude Monet’ in ‘’ Gün Doğumu ‘’ adlı eserinde her sabah gördüğü manzara karşısında yaşadığı duygusal hisleri gerçeklikten ve reel olandan kaçınarak, sabahın kendisinde bıraktığı duygu ve düşüncelerini yeni bir anlatım biçimiyle ortaya koymuştur. Sanatçı manzara karşısında yaşadığı anlık duyguları tuvaline aktarırken duygularını ve o an o dakikalarda yaşadığı hislerini kaybetmemek ve tabiatın o anki güzelliğinin kaybolup gitmesi istemeyerek eserlerini çok hızlı bir şekilde ortaya çıkarmak istemiştir. Bu isteği karşında sanatçı eserini ortaya çıkartırken geçirdiği zamanın çok önemli olduğunu düşünerek bu anlık duyguların sadece o an ortaya çıkacağını, eserlerinde o an hissettiği duygularını yansıtmak için sabahın belirli saatlerinde çalışmalarını sürdürmüştür. Çünkü sadece o an yaşadığı duyguları yine o an içerisinde yaşanacağına inanmıştır. Günün diğer zaman dilimlerinde o an hissettirdiği duyguların kaybolacağını ve yalnızca o anlarda hissedilen duyguların gün içerisinde değişeceğini düşünmüşlerdir, o yüzden sadece günün kendileri belirledikleri bir saatte çalışmışlardır. Resimlerinde bu seçtikleri saat dilimi içerisinde tuvallerine aktarmak istedikleri duygularını yansıtmak için kullanacakları renkleri paletlerinde araştırma yapmaksızın renkleri fırçalarıyla olduğu gibi alıp bu renk arayışlarını tuvalleri üzerinde gerçekleştirmişlerdir. Bu durum üst üste birçok boya katmanının oluşmasına neden olsa da ortaya çıkan renklerin birleşimi izlenimci resimlerin en önemli unsurunu oluşturmuş, adeta bu akımın yapıtaşı haline gelmiş, resimlerde farklı ve naif bir anlatım ortaya çıkarmıştır.
İzlenimcilik sanat akımı bu temel ilkeler üzerine gelişmiş ve halen bu amaca yönelik çalışmalarını sürdüren kendi duygularının izlerini eserlerine yansıtan birçok sanatçımız vardır.
İzlenimci sanat eserlerine baktığımızda bildiğimiz; o sanat eserini günleri ya da haftaları anlatarak o geçen duygusal anları değil, saniyeleri, dakikaları ve saatleri yaşayarak o anın büyüsünü o tabiatı anlık güzelliklerinin sanatçıda bıraktığı duygusallıkları yansıtmasıdır. Bizlerde sanatçılarımızın bu tabiatın güzel yansıtmalarına baktığımızda o anın tadını çıkaralım.  
 Elif Tuğba NİŞANCI

12 Haziran 2011 Pazar

istiridye kabuğu gibi

                          İnsan bazen kendini biraz farklı hisseder ve bunu neden nasıl olduğunu bilmez kapanır içine , kendini bulma yolunda düşünür. Sadece düşünür , sadece düşündüğünü zanneder ama bu benim için öyle değil ben kendimi bulma çabası içinde düşünürken çok şey fark ederim, kendimce.  İnsanın kendi benliğini bulmasıydı bu çabam sanırım. Nasıl ve neden hareket ettiğimi bilmeden sadece boş boş gezerken marketten karşıma çıktı bu içimdeki his ve baktım, dokunmak, hissetmek istedim . ellerimi uzattım geri çekemedim kendimi baktığımda üzerinde uyumak ve sadece düşünmek geldi içimden. o zaman anladım işte bu dedim sanırım kendimi  bulmak için hissedeceğim duygunun nesnesi bu benim için.  Nesneyi bulmak  sanırım kendimi anlatmaya başlamak için ilk adımımdı. Güzel bir başlangıç oldu. Ona dokunduğumda tek bir şeyden eminim olacağım hissedecekler. O nesne sadece sünger olsa da hissedilecek.
                           İkinci aşamam dokunmadan onlara o hissi içimde benliğimde yaşadığım hissi karşı tarafa aktarma vakti.  Sadece baktıkları saniyenin belki onda birinde de olsa o anı karşımdakine yaşatma.  İşte o onda hissettiğim bu olgunun ortasında kendi benliğimde nasıl yalnız olduğumu ve benliğimle baş başa oturduğumu benim olan ve sadece bana ait olanın orada olduğunun, onun farkındalığımın  hissi  bambaşka.  Başlama arzusu deli gibi…
                            İçimdeki ses sadece bana benden önemli kimsenin olmadığını sadece ben … bu dünyada bu evrende sadece ben ben ben…  önemliydim kendim için önemliyim bunu fark ettim ve bu benliğimi kendi içimde nasıl nesne haline getire bilirim araştırmaya başladım. Kendimi sadece kendimi düşündüğüm an ne zaman olabilir. Tesadüfler üzerine kurulu bu dünya yolda yürüyorum ve biraz mola verdim bir şeyler içtim sessizlik… denizin dalgaları rüzgarın uğultusu  kulağımda işte hislerim yine harekete geçti. Ağaca yaslandım ve hissettim oda benim gibiydi. Köklenmiş benden yaşça çok büyük ama sanırım bazı hislerimiz ortaktı, benliğimiz. Oda yalnızdı etrafında tonlarca ağaç vardı. Arkadaşlıkları çok iyiydi belki ama bedeni bir tek onun için ayaktaydı. Kendi benliği için güçlüydü arzusu yaşama arzusu harikaydı.  Kökleri çok derinlere uzanıyordu. Hepsinin kökleri ne kadar derinde olursa olsun onunkiler ayrıydı. Kendisi için benliği için… işte beni anlatan benliğimin nesnesi, o benim ağacım oldu.
                          Sanırım insanlara anlatmak için başlama vakti. Ağacımın yani benliğimi koruma içgüdüsü diğer her şeyden.  Kendisini koruyan başka bir simge. Nasıl olurdu acaba dışarıdaki tehlikelere karşı her tür canlının kendince korunma hisleri ve bu hisleri uyandıran birçok his ve yetenekleri vardı.  Düşünceler içinde boğuluyordum. Sonra en büyük korkumla yüzleşmek nasıl olurdu düşünmeye başladım en büyük korkum boğulmaktı. Denizde boğulmak… denize aşığım ama en büyük korkumda yine bu aşkın içindeydi. Boğulmamak için hayallere dalardım eskiden denizde balık olmak, daha küçükken deniz kızı olmak  ve daha bir sürü düşünce  ama bu yaşıma kadar hiç istiridye olmak aklımdan geçmemişti. Denizde kendini güzelliğiyle koruyan ve içinde denizin en güzel ve harika mücevherini  yaratarak orda kendini saklayarak yaşayan bir canlı. Buydu benim nesnem bu olmalıydı. Düşündükçe kendimden bir şeyler buldum. Benim gibi saklıyor içinde. Kabuğunu açmıyor herkese. Kırılgan ama bir o kadarda güçlü. Zorla hiçbir şey yapmaz, istediği zaman verir mücevherini…
                                 Evet buradan başladım süngerimle kendi deniz kabuğumu yapmaya.  Yapım aşamam da ilk başlangıç;  Korunaklı ve duygularla dolu istiridye kabuğum  içinde benim dünyamın benim ellerimde olduğunu anlatmak için basit bir eldiven ama şişirdim. Bunun nedeni o benim dünyam fikri. Ve evet bu dünyada en önemli olan şey benliğim yani ikinci simge olan benliğimin ağacı. Benim bu dünyamın merkezinde olmalı.  Bir eksik vardı. Her insan gibi bir görünen birde içimde olan iki kişi vardı ve bunu anlatmak içinde bir bebek ufak küçük.  O benim dünyamın neresindeydi. O oyuncuydu dünyanın üzerinde oyuna katılan oydu dış görünüş ve benliğimin parmak ucunda olmalıydı. Böylece parmak uçlarımda benliğim için hareket eden kuklam olacaktı benim. İşte en son aşama sanırım bir mesaj vermem gerek ki buda dünyamın kapalı olmasıydı. Bunu halletmek kolaydı. Güzel bir tabela bu istiridyemin kapısına sanırım işte ben ve içimdeki benliğimin dışa vuruşu.

                                                                                              05.06.2011 / 17:23